Çağdaş Sözlük

bela ~ بلاء

Kamus-ı Osmani - bela ~ بلاء maddesi. Sayfa: 165 - Sira: 3

bela - بلاء

[ء] انسانی مغموم ، مأیوس ، مضطرب ايدن فتنه ، داهیه ، حادثه ، خصوص ، شی . (بلاسنی بولمق) = بویله اضطرابلی بر حاله طوتلمق . (بلاكش) = بلا‌چكيجی. [بلاندر بلا] پوكوللی ، قاتمرلی بلا ، صيقنتی ايچنده صيقنتی . (باش بلاسی) =

"كابوس مصيبت" كبی بر صقنتی كه ازاله‌سی ممكن اولمه‌یه . [بلا‌ ديده ، بلزده] = محنت ، صقنتی كورمش ؛ حادثه‌ یه اوغرامش . [بلای سیاه] = آلام ، اكدار ورنجش ، آزار ايله طبعه مخالف بولنان عارضه وحادثه‌دن كنایه‌در. جمعی [بلایا] در : [تركمان فقراسی اوزرلرينه بلای سیاه كبی نازل اولان‌ قره احمد نام خاصكی‌نك - چلبی زاده تاريخی - صحیفه ٢٦٨] ، [بنی نوعمز اوچ درت بيك سنه دنبری بونجه باران بلا وخونابهٔ استيلا طوفانلرينه اوغرامشكن - معارف - كمال] "غم چكمه‌یزاوغرارسه‌ق اكردردو‌بلایه" (روحی) "عمرين كچيروب كوه بلاده دل شيدا" (روحی) "بلابودركه نه‌درلو فريد عصر اولسه‌ݣ" "ینه اينانديريه‌مازسك حسود خود كامی" (نفعی) "بیان مقصد ايچون یاره ترجمانم وار" "بلایه باق‌كه آنی ترجمانه آݣلاده‌مم" ٨معلم ناجی) "ای عشق بيلديكك كبی یاق یيق درونمی" "بر كيمسه‌سز بلازده‌نك خانمانيدر" (وله) "بدرده اوغرامش نكهی درد‌جان ايكن" "دوشمش بلایه كندی بلای جهان ايكن" (عزت ملا)

"بلا اندر بلا دردلده درد عشق یاراما" "یازقلر آݣه كيم بر بویله‌سودادن مبرادر" (نفعی) "خدنك غمره كوروب سينه‌م اوزره شرحه‌لری" "ديمش بلا‌كش عشقه بو یاره یاره‌ميدر" (عاكف پاشا)

Kamus-u Osmani bela maddesi. osmanlıcada bela ne demek, bela anlamı manası, bela osmanlıca nasıl yazılır. Osmanlıca sözlükte bela hakkında bilgi. Arapça bela ne demek. Arapça osmanlıca sözlük. Farsçada bela anlamı

Kamus-i Osmani - بلاء bela ne demek. osmanlıca yazılışı anlamı manası..

bela ~ بلاء güncel sözlüklerde anlamı:

BELa ::: (c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye. * Yaramaz nesne. (Bak: Sadaka)(Ey insan! Mâdem canavar sûretinde bir hayvan, insanların hânesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor; öyle ise, mahlukatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyan aceze, alil ihtiyareler; ve alil ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyâde lâyık ve müstahak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde dahi en hakiki dost ve en sadık muhib olan peder ve valide, ihtiyarlık hâlinde bir hanede bulunsa, ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet ve $ sırriyle yâni: "Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti." ne derece sebeb-i def'-i musibet olduklarını sen kıyas eyle. M.)

BELA ::: Evet. (Nefiyden so a isbat için söylenir.) Meselâ: Kur'ân-ı Kerim'de mezkûr; Cenab-ı Hakkın ruhlara karşı, "Ben Azîmüşşan sizin rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, ruhlar $ Yâni: "Evet sen bizim Rabbimizsin" dediler. (Bak: Bezm-i Elest) * Farsçada "Belî" diye söylenir.

belâ ::: (a. e.) : evet, hayhay, pekî. Kalû-belâ : evet dediler, (bkz. : ârî, belî).

belâ ::: (a. i. o. : belâya) : gam, keder, musîbet, âfet, ceza, gayet zor iş, büyük gaile.

belâ-yi berzah ::: iki belâ arasında berzah gibi olan yer.

belâ-yi hilkat ::: yaradılış belâsı.

belâ-yi nâgâh ::: apansızın gelen belâ.

belâ-yi siyah ::: (kara belâ) : mec. acı olan hâdiseler, olaylar.

belâ ::: gam, tasa. musibet, afet.

BELa ::: Kulumu bir belâ ile ibtilâ (imtihân) ettiğim vakit sabreder ve ziyâretçilerine beni şikâyette bulunmazsa, ona etinden iyi et, kanından iyi kan veririm. İyileştiği vakit günahsız olarak iyileşir. Onu öldürürsem rahmetime yâni Cennet'ime gider. (Hadîs-i kudsî-Muvattâ)

Şüphe edilen altını, ateşle muâyene ettikleri gibi, Allahü teâlâ insanları, dertle, belâ ile imtihan eder. Bâzısı belâ ateşinden hâlis olarak çıkar. Bâzısı da bozuk olarak çıkar. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet)

Mü'mine; dert, belâ, üzüntü, hastalık, eziyet gibi sıkıntı verici şeylerden biri gelirse, Allahü teâlâ bunu günâhlarına keffâret (bedel) eyler. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

Peygamberler (aleyhimüsselâm) hep dert ve belâ içinde yaşadı. Hattâ "Belâlar, mihnetler (sıkıntılar) en çok peygamberlere, sonra evliyâya, sonra bunlara benziyenlere gelir" buyruldu. (Ahmed Fârûkî)

Dert ve belâ gelince Allahü teâlâya sığınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için duâ etmeli, yalvarmalıdır. Allahü teâlâ duâ edenleri, sıhhat, selâmet ve âfiyet istiyenleri sever. (Ahmed Fârûkî)

Birinize dert ve belâ gelince Yûnus Peygamberin duâsını okusun. Allahü teâlâ onu muhakkak kurtarır. Duâ şudur: "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn." (Senâullah Dehlevî)

Bir kimse sıkıntı ve belâya uğrarsa; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil'azîm" desin. (Ca'fer-i Sâdık)

Kazâ gelmez Hak yazmasa
Belâ gelmez Kul azmasa

(Atasözü)

Bela :::


  1. İçinden çıkılması güç, sakıncalı durum.

  2. Büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse
    Örnek: Hayatta dipdiri yanmak belasından da kurtulmuştum. Y. K. Beyatlı

  3. Hak edilen ceza.

belâ ::: musibet , evet , sıkıntı , felaket

belâ ::: ‬felaket

belâ ::: musibet

belâ ::: ‬evet

belâ ::: (a. e.) evet, hayhay, pekî. Kalû-belâ : evet dediler, (bkz. : ârî, belî).

bela ::: çile

BELA :::

Evet. (Nefiyden sonra isbat için söylenir.) Meselâ: Kur'ân-ı Kerim'de mezkûr; Cenab-ı Hakkın ruhlara karşı, "Ben Azîmüşşan sizin rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, ruhlar $ Yâni: "Evet sen bizim Rabbimizsin" dediler. (Bak: Bezm-i Elest) * Farsçada "Belî" diye söylenir.

BELÂ :::

(c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye. * Yaramaz nesne. (Bak: Sadaka)(Ey insan! Mâdem canavar sûretinde bir hayvan, insanların hânesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor; öyle ise, mahlukatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyan aceze, alil ihtiyareler; ve alil ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyâde lâyık ve müstahak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde